İlk kameramı 13 yaşımdayken babam almıştı. National M7. Efsanevi bir kameradır. VHS kasete çekim yapardı. O vakitler bilumum toplantılarda, düğünlerde kullanılırdı.
Filmciliğie meraklıyım ya, Pozlamadır, diyaframdır mercektir hiç bir şey bilmeden arkadaşlarımla, ailemle bir sürü kısa film çektim. Önceleri her planı teker teker alırdım, sonraları videoyu kullanarak montaj yapmaya başladım… Ardından müzik ve dublaj olayını öğrendim. Bu 17 yaşına kadar böyle sürdü gitti. Ama hepsi bir volkmen, bir kamera bir video ve ara kablolardan ibaret ilkel bir setle oluyordu. Stüdyom da evimizin depo olarak kullanılan büyük arka odasıydı. Orada neler çekmedim ki? Bir zamanlar kanal 6 da yayınlanan “Süpermarket” yarışmasının bir taklidini, ATV de çıkan “Kaybet Kazan” yarışmasının taklidini, Hügo’ya benzer “Tarzan” diye bir yarışma….
17 yaşında üniversite için uzaklara gittim. Kamera da evde kaldı. Aradan yıllar yıllar geçti. Ben 24 yaşında eve döndüm. Kameram da duruyordu ama artık teknolojinin çok gerisinde kalmıştı. Canım da o sıralar hayli sıkkındı. Elimi bile sürmedim.
Bir süre hiç bir şey yapmadım. Sonra 3 sene kadar önce Samsung MiniDv bir kamera aldım. Bu arada işin teknik yönlerini de öğrenmeye başladım. Lensler, diyafram, ışık bilgisi, çekim teknikleri falan filan… Nihayet geçen sene bir Canon HV30 aldım. Geçen süre zarfında yarım kalmış bir kısa film, test çekimleri, after effects denemeleri ve bir türlü bitiremediğim Beşiktaş-Ortaköy belgeseli dışına bir şey yapmadım.
Şimdi son kısa filmimi çekmemin üzerinden 12 yıl geçmişken yeniden bir kısa film çekmek istiyorum.
Artık bir çok şeyi biliyorum. Çekim tekniğinden senaryo nasıl yazılır, tretmanı, snopsisi, story board’una kadar…
Ama bu bir dez avantaj getiriyor. Eskiden kamerayı dayayıp çekiyorken şimdi bin bir türlü şey kafamda dolaşıyor. Işığı nasıl ayarlayacağım, oyuncuların ulaşımını nasıl sağlayacağım, lens meselesini nasıl halledeceğim… Etkileyici bir görüntü almak için sağlam lenslerim olmalı. Sarsıntısız görüntü için steadycam kullanmam lazım. Bazı planlarda şaryoya ihtiyacım var. Sesi artık eskisi gibi kamera mikrofonu ile halledemem, iyi harici bir mikrofona ihtiyacım var.
Eskiden her şey daha kolaymış benim için… Ne altın nokta vardı ne yarım daire (ya da ne deniyorsa ona işte) dedim ya, kamerayı al omzuna, çek gitsin. Tripod’um bile yoktu. Ansiklopedileri masanın üzerine koyup da çekerdim…
Ama artık öyle olmuyor. Hakikaten de cehalet mutlulukmuş…
Şu teknik eksikliklerimi bir gidereyim, “action” diyeceğim!